“Kar Beyaz” bir fotoğraf / Meltem Çavdar

bilkimm.blogspot.com.tr, 2011.05.20

Fotoğrafçı ve yönetmen Selim Güneş’in Sabahattin Ali’nin ‘Ayran’ isimli öyküsünden uyarladığı ve yönettiği ilk filmi ‘Kar Beyaz’ yoksulluğun ezdiği küçük bir çocuğun kayboluşa doğru giden öyküsünü karın sadeliği ile yarattığı mistik atmosfer, etkili ses ve müzik kullanımlarıyla beyaz perdeye yansıtıyor.

Kar Beyaz, anne ve babasından ayrı küçük bir çocuk olan Hasan’ın kardeşlerini doyuracak ekmek alabilmek için soğuk kış gününde ayran satmaya dağ köyünden yol kenarına gidip döndüğü bir günün filmi. Bir yıl önce babası hapse atılmış olan on iki yaşındaki Hasan, annesinin kasabaya çalışmaya gidişiyle birlikte iki kardeşiyle yalnız kalır. Köye haftada bir kez gelebilen annenin getirdiği yemekler ancak bir kaç gün yeter. Hasan da alır yanına içi temiz ayran dolu güğümü Çiko’yu yola çıkar. Bu bir gün içerisinde Hasan yoksulluya ve doğaya karşı mücadele ederken çocuk inadı ile aynı zamanda hayallerin ve rüyaların dünyasındadır.

Filmde Hasan dışında dört kişinin daha iç dünyasına misafir oluyoruz. Yalnız bir kadın olarak Hasan’ın annesi, hapishanedeki babası Demirci Halil, yoksul tüccar Recep, yaşlı köylü Kadir Dede ve gurbete çalışmaya gelmiş genç mühendis hepsi bir şeyleri bekliyorlar filmde ve beklentileri asla gerçekleşmiyor.

12 Eylül sonrası umutsuzluk

70’li yıllarda oldukça politik bir yer olan Artvin, 12 Eylül ve sonrasında birçok insanın canının yandığı bir coğrafya oldu. Bu yüzdendir ki senaryonun Sabahattin Ali’nin eserinden en büyük farklılığı, Hasan’ın babasına verilen rol. Hikayede babasız olan Hasan, filmde hapishanedeki, içeriye düşme nedeni solculuk olan babasına özlem duyuyor. Hasan’ın babası Halil bir demirci, fakat kasabanın aydınlarından birisidir. Hasan hayatta kalmak için onun demiri döven, düzene meydan okuyan cesaretini anımsıyor. Babası Hasan’ın acılarının hem nedeni hem kurtuluşu olabilecekken babasından kalan çakısı, hikayenin sonu gereği, finalde Hasan’ı kurtarmaya yetmiyor, yetemiyor.

Tedirginlik içerisinde sesini duyamadığımız bekleyiş dolu bakışlarıyla Hasan’ın annesi ve Hasan’ın dar günü ile eşzamanlı olarak hapishane duvarları arasında sinir krizleri geçiren babası, köyünden bir devrimciyi gammazlamanın ağır yükünü armut küfesinde taşıyan Kadir Dede, sevdiğine kavuşamamış yoksul tüccar Recep, yalnızlık korkusuyla kendi varlığını yitiren çevresine duyarsızlaşan mühendis…

Hepsi seyirciyi sonsuz iç çekişler içinde dipsiz bir kuyuya çekiyor, çaresiz bırakıyor.

Selim Güneş filmine Kadir Dede’nin dilinden “umut” ekliyor: “Nerede yaşam varsa orada umut vardır…” Ancak filmine “derinlik” katmak için Özcan Alper’in Sonbahar filmine benzer şekilde, sosyalist bireyi yenilgiye sürükleyerek, dayanılmaz acılarla yüz yüze bırakarak, ama Babam ve Oğlum filminden farklı olarak devrimci kişiliği tam olarak pişman değilse de zihinsel buhranlar içerisinde bir sinir hastası haline getiriyor.

Klişeler ve gerçekler

Sosyolojik anlamda dolu ve insani açıdan acıklı bu hikayeyi duygusallıktan kaçınılarak samimi köy havasının dışında bir film olarak ortaya koymak isteyen yönetmenin filminde diyalog neredeyse hiç yok, var olduğu durumlarda da devamlılığı yok. Anne filmde hiç konuşmuyor, çocuklar evde adamlar kahvede konuşmuyor. Tüm bunlar yönetmenin sadelik arayışının ve sıcak köy insanı klişesine düşmeme isteğinin sonuçları olarak yorumlanabilir. Ama ne yazık ki seyircinin gözünde gerçekçiliğin yitimine neden oluyor.

Düşük tempolu, pastoral görüntülerin geçtiği anlatımın sözcüklerle değil görüntü, ses ve müziklerle sağlandığı filmde az laf çok görüntü diyerek kış mevsiminde, karın yarattığı stilize mekanda derin ve ruhani bir etki ortaya çıkıyor. At, atın vücudunda açılan yara, orman, çakı, hapishane duvarında oluşan yarıklar, yere damlayan kırmızı boya, soğuk, ıslaklık, yanan ahşap dükkan gibi metaforlar yönetmenin hayal dünyasına aralanan birer kapı. Her anı üzerine düşünülmüş birer fotoğraf karesi. Ancak yönetmenin atmosfer oluşturma zaafı durağan sekanslarla seyircinin filme tutunmasını zorlaştırıyor.

Mircan Kaya’nın yaptığı filmin müzikleri ve sesler birer tabloya dönüşen kadrajlar ile uyum içinde bir unsur olarak seyirciyi rahatlatıyor ya da uyarıyor.

Fotoğraf sanatçısının ilk filmi

Her şekilde yeniyi araştıran yönetmen bu ilk filminde alıştığımız anlatımların dışına çıktığı için değerli bir yapım ortaya çıkardı. Sabahattin Ali gibi önemli bir edebiyatçının eseri üzerinde yaptığı araştırmalar ve denemeler filmi izlenesi kılıyor.

Bu yazı Halkın Sesi gazetesinin 20 Mayıs 2011 tarihli sayısı için yazılmıştır.

*** http://bilkimm.blogspot.com.tr/2011/05/beyaz-bir-fotograf-meltem-cavdar.html?showComment=1396593995879#c8056678025269064222