tersninja.com, 2011.05.28
Sabahattin Aliler Unutulmasın Diye
4-13 Mart tarihleri arasında gerçekleşen Sofya Film Festivali’nin yarışmalı bölümündeki tek Türk filmiydi Kar Beyaz. Sofya’dan Jüri Özel Ödülü’nü kazanarak dönen film 13 Mayıs’ta gösterime çıktı.
Sabahattin Ali unutulmadı. Tıpkı genellikle dönemin devlet politikalarına ve eğilimlerine muhalif çizgide olan fikirleri yüzünden, isimsiz katillerce infaz edilen tüm yazarlar ve şairler gibi. Nasyonalizm, faşizm gibi femme-fatale’ler ile flört eden devletlerdi bunlar. Sabahattin Ali de bu tür bir ilişkiyi destekleyenleri gözünde “kötü adam”dı, bir tehditti. Nihayetinde “pis bir gomünist” idi. 1948’de Türkiye’den Bulgaristan’a kaçma teşebbüsü sırasında vurulup öldürüldü. Katili daha sonra bu cinayeti itiraf etti. Sabahattin Ali’nin Bulgaristan sınırından güvenli bir biçimde geçmesine yardım etmesi gereken kişi idi katil. Sabahattin Ali güvendiği, canını emanet ettiği adam tarafından öldürülmüştü. Katil dört yıl hapse mahkum edildi. Hiç çekmeyeceği bir ceza. Birkaç hafta sonra genel aftan yararlanıp serbest kaldı. Çok sonraları katilin Milli İstihbarat görevlisi olduğu ortaya çıktı. Başka bir söylenti de kendisinin gerçek katil olmadığı, yalnızca suçu üstlendiğiydi.
Sabahattin Ali’nin ölü bedeni 2 Nisan 1948’de Bulgaristan sınırı yakınlarında bulundu. 63 yıl sonra Sofya Film Festivali’nde onun bir öyküsünden uyarlanan filmi seyrediyor olmamızda ironik bir yan vardı. Bu, Sabahattin Ali’nin aslında sınırı sağ salim geçtiği ve onu durdurmak, sesini kısmak isteyenlerin başarısız olduğu anlamına gelmiyor muydu?
Kar Beyaz (White as Snow) Sabahattin Ali’nin Ayran adlı öyküsünden serbestçe uyarlanmış. Ayran, yalnızca yoğurt, su ve tuzla yapılan bir içecek. Basit ama lezzetli, tıpkı filmin kendisi gibi.
Ayran gibi beş altı kitap sayfası uzunluğunda bir öykü söz konusu olduğunda serbest uyarlama yapmak bir zorunluluk. Ama hikayeye yaplan yeni eklemelere, yeni karakterlere, gidilen yer ve zaman değişikliklerine rağmen Kar Beyaz’ın başarılı bir uyarlama olduğunu söylemek lazım. Bu sebebi ise öykünün özünü peliküle aktarabilmiş ve doğru duyguyu perdeye yansıtabilmiş olması.
Ayran’da öykü 1940’larda geçer. Kar Beyaz’da çok belirli olmamakla birlikte 1970’lere, Türkiye’de ikinci kez gerçekleşen askeri darbe dönemine gidiyoruz. Mekan, Kuzey Karadeniz’in dağlık kesimleridir. 12 yaşındaki bir çocuğun, Hasan’ın öyküsü anlatılmaktadır. Ayran satmak için eviyle anayol arasında kalan kilometrelerce mesafeyi her gün kat etmek zorundadır. Üstelik ayran satmayı hayal ettiği yolcuları taşıyan minibüs yalnızca günde iki kere geçmektedir bu yoldan. Babası hapse girdikten sonra ailesi fakir düşmüş ve kasabada çalışan annesi evden uzaktayken iki küçük kardeşine bakmak da Hasan’ın küçük omuzlarına taşımak zorunda olduğu bir sorumluluğa dönüşmüştür.
Filmin odağında Hasan olsa da, filmde başka paralel hikayeler de yer alıyor. Baba, anne, başka bir köydem yaşlı bir adam, tayini bu kırsal bölgeye çıktığı için mutsuz büyük şehirli genç bir mühendis vesaire…
Yönetmen Selim Güneş’in 20 yıllık bir fotoğrafçılık geçmişi var. Bu uzmanlığının yol açtığı tavır filmde de gözleniyor. Hikayesini kelimeler yerine sinematografi ile anlatmayı yeğliyor. Hem sinemanın hem fotoğrafın birbirine benzeyen hikaye anlatma araçları olduğunun ve bunları bir filmde bir araya getirmeye kalkışmanın bazen kötü sonuçlar doğurabileceğinin farkında. Güneş, sınır bölgesinde kalmak elinden gelenin en iyisini yapmış. Fotoğrafın durağanlığını nispeten bertaraf ettiği söylenebilir. Evet, Kar Beyaz ana-akım filmlerle karşılaştırıldığında hala yavaş bir film ve gişede bilet satmakta zorlanabilir. Ama hangi festival filmi bunu yaşamıyor ki? Sanat sineması yapmanın dezavantajlarından biri de bu işte. Bu aynı zamanda seyirciye şunu diyen bir işaret levhası: İzlediğiniz film tüketim kültürünün ve vahşi kapitalizmin bir ürünü değildir.
Selim Güneş filmdeki bir planı 1938 doğumlu Çek fotoğrafçı Joseph Koudelka’nın bir fotoğrafından esinlenerek çekmiş. Bu sahnede jandarmaların babayı düğün evinden götürüşüne tanık oluruz. İkinci bir gönderme de Michelangelo’nun “Yaratılış” resmine yapılıyor.
Kar Beyaz, sinema duygusundan yoksun bazı anlarına rağmen (mesela final), bir ilk film olarak saygımızı kesinlikle hak ediyor. Yalnızca sinematografisiyle değil, tavrıyla da… Akla Nuri Bilge Ceylan ve Semih Kaplanoğlu’nu getiren bir tavır bu. Kar Beyaz’ın bu yönetmenlerin filmleriyle aynı kulvarda olduğu söylenebilir. Ama karşılaştırmak gerekirse Güneş’in daha konvansiyonel ve geleneksel bir hikaye çizgisi tercih ettiği söylenebilir. (Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun’u ve Kaplanoğlu’nun Bal’ı bu kıyaslamadaki istisnalardır.)
Filmde kullanılan müziklerin olağanüstü olduğunu eklemeden bitirmemek lazım. Filmi yalnızca müziklerini dinlemek için bile ikinciye seyredebilirsiniz. Yetenekli müzisyen Mircan, kökenleri Türkiye’nin kuzey-doğusuna ve Gürcistan’a uzanan halk şarkılarıyla harikalar yaratmış. Zaten 2010’da 47. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Müzik Ödülü Kar Beyaz’ın olmuştu.
*** http://www.tersninja.com/sabahattin-aliler-unutulmasin-diye-kar-beyaz/
tersninja.com, 2011.06.27
As a Debut Movie, White as Snow Deserves Our Respect
Sabahattin Ali is not forgotten… And neither are all the writers and poets who have been assassinated by anonymous killers because of their ideas and thoughts, which were mainly opposed to the politics of the government of their period, which had been flirting with a dangerous femme-fatale, nationalism or fascism.
In the eyes of the increasing supporters of that kind of affair from the right wing, Sabahattin Ali was also an antagonist and a threat. He was a “dirty communist” after all. So he was shot to kill during his attempt to escape from Turkey to Bulgaria in 1948. Later his killer confessed that he killed Sabahattin Ali. He was the man who was supposed to help Sabahattin Ali to pass through Bulgaria safely. He was convicted for 4 years. Years he never endured. Because he was free after several weeks. His freedom was due to general pardon. Later it was revealed that he worked for the National Security. There also were rumours that he had not been the real killer, but only took the crime upon himself.
Sabahattin Ali’s dead body was found near the Bulgarian border on 2nd of April 1948. Isn’t it ironic that we saw a movie based on one of his stories at The Sofia Film Festival 63 years later? Doesn’t this mean that after all Sabahattin Ali successfully crossed the border and all the attempts to stop him and his voice have failed?
White as Snow (Kar Beyaz)* is loosely based on one of Sabahattin Ali’s stories: Ayran. Ayran is a Turkish drink which is made of just water, yoghurt and salt. It is simple, but delicious, just like the movie itself.
In this situation, mentioning that the film is “loosely” adapted is a necessity, because Ayran is a short story which only occupies 5 or 6 pages of a book. But despite the new characters, extra additions to the story, change of time and location, White as Snow is still a successful adaptation. Because it manages to accomplish the most important task an adaptation requires. White as Snow transfers the very essence of the story to pellicule and reflects the right feeling to the screen.
In Ayran the story takes place during 1940s. In White as Snow, though it is not that obvious, the time is the early 1970s, during the second coup in Turkey. The location is the highland of North Black Sea. This is the story of a twelve-year old boy who has to walk miles every day in order to sell ayran by the main road, where a passenger van passes only two times a day. After his father goes to prison, the family falls into poverty and Hasan has to take care of his two little brothers, while their mother is away working. The focus is on Hasan but the film has many parallel stories in it – the father, the mother, an old man from another village, an engineer from the big city who feels unhappy about his assignment to this rural part and so on…
The director of the movie, Selim Gunes, is a photographer for 20 years now. The attitude caused by his profession can easily be seen in the movie. He prefers to tell his story with cinematography more than with words. He is aware that although both photography and cinema are similar story-telling vehicles, it can sometimes be dangerous to combine these two in a movie. Gunes makes his best not to leave border lines. We can say that he avoids the stability of photography. Yes, it is still a slow movie on main-stream standards and it is going to face difficulties selling tickets. But which festival film doesn’t? This is one of the inevitable results of making an art movie and is also a sign telling the audience: The film you are watching is not a product of consummation and wild capitalism.
So, despite its lack of cinematic feeling in some certain moments (the final, for example), as a debut movie White as Snow deserves our respect not only for its cinematography but also for its attitude. It is also this attitude that reminds us of Nuri Bilge Ceylan’s and Semih Kaplanoglu’s movies. It is obvious that White as Snow walks the same path as these directors’ works. But when it comes to comparison we must say that Selim Gunes chooses a more conventional and traditional story line (Nuri Bilge Ceylan’s Three Monkeys is only an exception in this comparison).
The songs used in the movie are really marvellous. You can watch it twice just to listen to its music again. The talented musician Mircan did a great job with her folklore songs which find their roots in North-east Turkey and Georgia. The film also received the Best Film Music Award of the 47th Antalya Film Festival in 2010.
* White as Snow (Kar Beyaz) was awarded the International Jury’s Special Prize of the 15th Sofia Film Festival.
*** http://www.tersninja.com/as-a-debut-movie-white-as-snow-deserves-our-respect