Aşk, sevgi, vicdan azabı ve keşkeler üzerine düşündüren bir film: Düş Kırgınları / Öznur Eren Kanarya

2018.06.17

Düş Kırgınları, bir Selim Güneş Filmi. Onu, 2010 yılında çektiği ve uluslararası festivallerden sekiz ödülle dönen ilk filmi Sabahattin Ali’nin “Ayran” adlı öyküsünden uyarlanan “Kar Beyaz” ile hatırlıyoruz. Aslında, elektrik mühendisliği ve işletme üzerine eğitim almış, ancak tam bir sinema tutkunu. Fotoğrafçılık da ayrıca başarılı olduğu bir alan. Bu konuda 2008 yılında yayınlanan “İstanbul Lodoslar Kenti” isimli albümü, iki kişisel, sekiz karma fotoğraf sergisi ve altı gösterisi var.

2017 yılı yapımı Düş Kırgınları da Mehmet Eroğlu’nun aynı adlı romanından beyazperdeye aktarılmış. Romanı henüz okumadım ancak izlediğim filmin bende yarattığı duyguların izini sürebilmek için, en kısa sürede okumayı istiyorum. Uyarlamalar tehlikelidir bir bakıma, çünkü bazen romanın derdini anlatmaktan uzaklaşmış olabilir. Filmi sevdim ben. Romanı da seveceğimi söylüyor önsezim.

Filmin kısa özeti:
1970’li yılların sonlarında, öğrenci olmanın bedelini hapiste de yatarak ödeyen Kuzey (Mert Tanık), dolaylı olarak ayaklarından sakatlanmasına neden olduğu yakın arkadaşı Sami (Buğra Koçtepe) ile birlikte, Eski Foça’daki Karayel motelini işletmektedir 2003 yılında. Geçmişte Sami’nin, eşinin kendisini terk etmesi sonrası dağılan yaşamını toparlamıştır Kuzey. Günümüzde ise Sami göz kulak olmaktadır arkadaşına. Kuzey, bir türlü yazamadığı (Hiç yazılmayacağını seziyoruz) Düş Kırgınları adlı romanını düşlemektedir. Varlıklı ve bu varlıkla kendisinin yaşamını ele geçirmek istediğini düşündüğü bir ağabeyi vardır. Kozasının içine çekilmiştir Kuzey. 1998 yılında Rum köyleri ile ilgili bir belgesel için mekan araştırmaya gelen yarı Alman – yarı Türk Şafak’ın (Denise Ankel) ve o dönemde birlikte buldukları, Şafak’a bakacağına söz verdiği ama bir yıl önce ortadan kaybolan küçük köpek Benek’in dönüşünü beklemektedir.

Film dört bölümden oluşmakta: Karşılaşma, Aşk-sevgi, Ayrılık, Kavuşma

Şafak, Kuzey’in aksine yaşamın içinde olmayı önemseyen bir yapıdadır. Afrika’ya gitmek üzeredir, nişanlıdır. Ancak, Kuzey’e aşık olur. Kuzey de onu sever.

“Mutluluktan da büyük bir duygu istiyorum” der bir gün Şafak.
Kuzey’in cevabı “Ben biliyorum ne olduğunu, aşk ve acı” olur.
Şafak sorar: “Acı, aşkın içinde değil midir?”

Şafak duyduğu vicdan azabına karşın, her ayrılışları sonrasında özleme dayanamayarak Karayel Motel’e geri döner. Beşinci geri dönüşünde Kuzey, birlikte bir gelecekleri olamayacağını söyler ve “Kal” demez ona. Şafak, Kuzey’in onu istemediğini düşünerek ayrılır oradan. Beş yıl sonra Kuzey’in Çiğdem ile konuşmalarından anlarız gerçeği:
Çiğdem; “Bence ona aşık değildiniz. Gerçekten aşık olsaydınız, gitmesine izin vermezdiniz.”
Kuzey; “Sevmesem bırakmazdım.”
Çiğdem; “İşte. Demek istediğim tam da buydu. O size aşıkken, siz onu seviyordunuz.”
Kuzey; “Evet.”

Gece yola çıkan Şafak’ın aracını denize giden yolda hızla sürdüğünü görürüz. Hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolur. Aradan beş yıl geçer. Giderek mali yapısı zayıflayarak kapanmanın eşiğine gelen Karayel Motel’e sonradan varlıklı ağabeyin temsilcisi olduğunu anladığımız Çiğdem (Bahar Yanılmaz) gelir. Gelişi, Şafak’ın gelişini çağrıştırsa da, onun ilgisi Kuzey’i etkilemez. O hala Şafak’ın dönmesini veya arkadaşı Yunus adam (Hakan Emre Ünal) tarafından arabasının denizin diplerinde bulunmasını beklemektedir. Bir başka beklediği de sahip çıkamadığı için azap duyduğu Benek’tir. Zaman zaman havlamasını duyduğunu sanır.

Bakılmadık son bir bölümü vardır denizin. Şafak orada mıdır acaba?

Kuzey’in ısrarı ile sürekli olarak denizin farklı derinliklerine dalarak Şafak’ın arabasının kalıntılarını arayan Yunus adam, bir gün çok derinlerde arabayı gördüğünü söyler Kuzey’e. Kuzey, motelin yarı hissesini, tüm borçların silinmesi karşılığında ağabeyinin şirketine devreder, Çiğdem ve Sami’ye bir mektup bırakarak denize açılır, Yunus adamın Şafak’ın aracını gördüğü derin sulara gider.

Birlikte oldukları günlerden birinde, cennetin denizin dibinde olup olmadığını sormuştur Şafak Kuzey’e, sanki öyle olmasını dileyerek.

Denizin dibindeki cennette sevdiğine kavuşarak ondan af dilemeyi umut eder ve silahı ile yaşamını sonlandırır Kuzey. Silahı başına doğrultup tetiği çektiğinde, son duyduğu ses, Benek’in havlaması olur.

Cennet, gerçekten de denizin derinliklerinde midir? Yoksa sevdiğimizin bulunduğu yer midir gerçek cennet?

Gidin ve izleyin derim. Bir söylemi, bir şeyler anlatma derdi olan Türk filmlerinin kısa bir süre ve az seanslar halinde gösterimde kalabildiği bir düzendeyiz ne yazık ki.

Film boyunca, usta işi kamera kullanımı sayesinde, güneş ışıklarını, yansımalarını ve denizi olağanüstü fotoğraf kareleri gibi izledim.

Film bittiğinde, güzel görüntülere eşlik eden aşk, sevgi, duyguyu doğru ve zamanında iletme, vicdan azabı ve keşkeler üzerine düşünürken buldum kendimi…