SÖYLEŞİ / Kar Beyaz / Özlem Apaydın

Zete, Haftalık Kültür Sanat Defteri, Mayıs 13/19

Sabahattin Ali’nin “Ayran” hikayesi hangi yönleriyle ilginizi çekti ve bunu bir sinema filmine dönüştürmek istediniz?

Ayran’ı yıllar önce okumuştum. Duygusu beni çok etkilemişti. Aklımın bir köşesine ‘bu hikayeden güzel film olur’ düşüncesi de düşmüştü. Ayran için Necati Güngör ‘insanın yüreğini kurşun gibi delip geçen hikaye’ demişti. Ben de o derece etkilendim. Sabahattin Ali’nin çoğu eserinde gerçeklik duygusu ve görsellik okuyucularını hep etkilemiştir. Sinema filmim için çalışmaya başlayacağım zaman, aklıma ilk gelen öykülerden biri ‘Ayran’ idi. Bu dramatik öykünün yarattığı etki ‘Kar Beyaz’ olarak sonuçlandı. Kar Beyaz için ‘karların beyazında yürek burkan bir masal’ gibi bir film diyorum. Çünkü bu filmimizi en iyi tanımlayan cümleydi. Ve sanırım öyküde de beni etkileyen şey buydu…

Eseri okurken bir çocuğun ıssız ve karlı bir yolda tek başına elinde güğümle gidiyor olmasını etkileyici bir görsellik olarak hayal etmiştim. Geniş açıda görünen karlı, zorlu bir doğa görüntüsü içinde küçük bir leke olarak hareket eden bir çocuk. Yalnızlık duygusu için müthiş bir şeydi… Hasan’ın ayran satmak için beklerken düşündüklerini ve yaptıklarını düşündüğümde ise bu öyküden şiirsel bir film olacağını hissetmiştim. O kısa öyküyü okurken ve sonra senaryolaştırırken böyle birçok şey kafamda dönüp dolaştı…

Senaryoda öyküde olmayan karakterler var mı? Bu karakterleri hangi durumlarda, nelere göre eklediniz?

Ana karakterlerden Hasan’ın babası öyküde yok. Öykü 1938’de yazılmış. Olaylar tren yolu güzergahında geçiyor. Ben öyküyü yol kenarına, Doğu Karadeniz’e ve kendi çocukluk dönemime taşıdım. Ve baba karakterini ilave ettim. Baba, filmin başında siyasi bir suçlu olarak hapse götürülür. Hasan’ın yaşadıklarına paralel olarak filmde babanın hapisteki o gününü izleriz…

Hakan Korkmaz’ı nasıl buldunuz? Bu rolün oyuncusunu seçme süreci nasıl geçti, zor muydu?

Hakan, kendi memleketim olan Borçka’nın Demirciler köyünde yaşayan bir çocuk. Komşumun oğlu. Borçka’da yaşayan kuzenim birkaç çocukla birlikte Hakan’ın da fotoğrafını göndermişti. Mekan araştırması için Artvin’e gittiğimde bir süre kalmak için kendi köyüme gittiğimde Hakan’ı gördüm. Hakan’ı gördüğüm anda “işte Hasan” dedim.

Hikayenizde, filminizde “özellikle” vurgulamak istediğiniz şeyler neler?

Film bir çocuğun bir günlük bir hikayesi… Bu bir günlük hikayede umut var, cesaret var ve aşk var… Kar Beyaz hayallerin, anıların ve rüyaların gerçekle karıştığı masal gibi bir film… Bu duygulara seslenen filmde John Lennon’ın “nerede yaşam varsa orada umut vardır” sözündeki ‘umut’ ise benim vurgulamaya çalıştığım şey…

Filmde doğa da oldukça ön planda. Profesyonel fotoğrafçılığınızın sinemadaki gözünüze ne gibi katkıları olduğunu düşünüyorsunuz?

Fotoğrafçı gözü sinema için hem avantaj hem dezavantaj. Anlatacağın şeyleri fotoğrafça düşünürsen sinemadan uzaklaşırsın. Yani tek bir görüntü gibi düşünmemelisin. Senaryo yazmaya başlamamla birlikte yaklaşık üç yıl bir öğrenci gibi derslerime çalıştım, kitaplar okudum, araştırmalar yaptım. En çok dikkat etmem gereken şeylerden birinin görüntülerin nasıl olacağına karar vermek olduğunu biliyordum. Fotografik görüntü, görüntü anlamında çok iyi olabilir. Ama hareketli görüntüde anlamını yitiriyorsa bu bir dezavantajdır. Bıçak sırtı bir durum anlayacağınız. Avantajı kullanmak için çok dikkat ettim. Sahne neyi anlatıyor, kamerayı nerede durmalı, çekim ölçeği ne olmalı, perspektif nasıl olmalı, perspektife uygun objektif hangisi ve kadrajım nasıl olacak? Ve sonuç bu planda istediğimi elde ettim mi? Yani bu sorulara dikkat ederek sondan başa doğru gelerek görüntülere karar verdim. Son kararı verirken fotoğraftaki birikimimin filmime katkısı olduğunu düşünüyorum. Filmi şimdi izlediğimde de öyle olduğunu görüyorum.

Filmin çekimleri nerelerde gerçekleşti? Ne kadar sürdü? Setten bir iki ilginç anı paylaşabilir misiniz?

Film Artvin’in Şavşat İlçesi, Meydancık Beldesi ile Maden, Pınarlı ve Elmalı Köylerinde çekildi. Çekimler toplam 40 gün sürdü.

Kar ve soğuk çekimlerin en zor yanıydı. Dertsiz ve keyifli bir set ortamı yaşadık. Anne rolündeki Sinem İslamoğlu’nun bir sahnede köpeğe fırlatması gereken elmayı kendisine yaklaşık 30 cm uzaklıktaki tahta direğe nişanlaması ne kadar acemice bir atışsa yönetmen yardımcısı Özkan Çelik’in bir kartopunu kamera arkası görüntülerini kaydeden ve o esnada kendisini çekmekte olan kameranın tam objektifine isabet ettirmesi ise o kadar ustacaydı ve ekibi güldüren anılardandı. Bir diğer ilginç anı ise Maden Köyü’nden… Maden Köyünde set malzemeleri ve ekipmanların taşımaları ancak öküzlerin çektiği kızaklar ile yapılabiliyordu. Filmin yapımcısı Nur Güneş’in, köyün girişinde bekleyen set ekibine neyi beklediklerini sorduğunda ekipten bir kişinin taşıma için öküzü beklediklerini söylemesi üzerine “öküzün haberi var mı?” demesi de en keyifli anılardan biri olarak kaldı.

İlk uzun metrajınızla büyük beğeni topladınız. Şimdiki planlarınız neler?

Festivallerden ve festivallerde izleyen seyircilerden çok olumlu görüşler aldık. Ödüllerimiz de oldu. Şimdi filmimizin hem Türkiye’de hem de dünyada çok sayıda izleyiciye ulaşmasını isterim. Dileğimiz izleyicinin filmimizi sevip, kulaktan kulağa yöntemiyle daha çok insana ulaştırması.

Fotoğrafla ilgili bir projem var. Aynı zamanda ikinci filmimin çalışmaları da başladı. Sinopsis ve tretman tamam gibi. Senaryo çalışmalarına başlıyoruz. İstanbul’da geçecek bir film olacak. Ortak yapım için de koşturuyoruz. Yani yine zorlu fakat keyifli bir ikinci süreç başlamış durumda.