Kar Beyazdır Ölüm / Hilal Çetinder

filmmakarasi.com, 2011.05.13

Sabahattin Ali’nin ünlü ve beni en çok etkileyen ‘Ayran’ adlı öyküsünden senaryolaştırılan ‘Kar Beyaz’, yolu fotoğrafçılıktan geçen Selim Güneş’in ilk uzun metraj filmi. İlk olarak Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde görücüye çıkan film, festival festival dolaştı ve ödüllerle döndü. Üstelik vizyona girdiği şu günlerde, festival yoluna da devam ediyor. Orijinal ana hikâyesi bozulmadan ama farklılaştırılarak senaryolaştırılan film, hikâyenin can damarı Hasan’ın (Hakan Kokmaz) açmazını aktarıyor beyazperdeye. 1930’larda ve Balıkesir’de geçen öykü, rotasını zamansızlıkla Artvin’in Maden Köyü’ne çeviriyor ve 12 Eylül göndermesine değinerek, babanın hapse girmesi sonucu dağılan, geçim zorluğu çeken ailenin büyük oğluna odaklanıyor.

Anne evden uzak, yatılı olarak yaptığı hizmetçilikle para kazanmaya çalışırken, kardeşlerine bakma görevi Hasan’a düşüyor. Evinden kilometrelerce uzak mesafeyi acımasız hava koşullarında yürüyerek kat eden Hasan, ekmek teknesi ve oyun arkadaşı ayran güğümüyle yollara düşerken, yan hikâyede var olan karakterler isyan ile kanaat etme arasında gidip gelerek destek veriyorlar Hasan’ın umutlarına.

Baba (Gürsan Piri Onurlu), hapishane odasında volta atıyor, anne (Senem İslamoğlu) haftalık mesai döngüsünü bekliyor. Kadir Dede (Ruhan Odabaş) boynunda vebaliyle bir avuç armut satmanın derdindeyken, çaycı Recep (Ziver Armağan Açıl) sevdiğinden gelecek hayırlı mektubun yolunu gözlüyor. Ama filmin rol çalanı, Hasan’ın yoksullukla çırpındığı dünyasının zeminine sere serpe yerleşen, mükemmel güzellikteki ve ‘her şeyin bir bedeli var’ der gibi tehlikeleriyle oyun oynayan doğa oluyor.

Tıpkı yönetmen Selim Güneş gibi Artvin/Borkça doğumlu küçük oyuncu Hakan Korkmaz, ailesini geçindirmeye çalışan Hasan performansıyla, ilk oyunculuk deneyiminde hiç zorlanmamış görünüyor. Yok denecek kadar az olan diyaloğun yeriniyse, görsellik ve müzik kaplıyor. Öyküde ortaya çıkmayan babanın varlığı, bakış açısına göre belki de izleyenlere rahatsızlık da verebilecek, pişmanlıklarıyla boğuşan siyasi suçtan cezaevine giren babaya dönüşmüş. Aslında köy halkı tarafından dışlanan anne figürü ise, uzak bir kasabada bakıcılık yapan çaresiz bir anneye. Ağır ilerleyen temposu, müziğin baskınlığı ve daha ilk sahnelerde doğadan gelebilecek tehlikelerin tiyatro oyunu edasıyla sunulması, filme girmenizi biraz zorlaştırabilir. Hatta ilk sahnedeki düğünün hemen sonrasında babanın tutuklanmasıyla başlayan gizem akıllarda soru işareti de bırakabilir. Ama bana göre bu gizem, filmin bütününe yerleşen belirsizliği güzel saklıyor ve bitiminde hiç de rahatsız etmiyor. Yoksulluğun edebi tanımını zaten Sabahattin Ali yazmıştı eseriyle, Selim Güneş ise adeta resmini çiziyor. Her bir karakterin hissedilen çaresizlik ve yalnızlığı, tam da kursağınızda kalacak finali ise can yakıyor. Böylesi bir öyküyü senaryolaştırmak ve beyazperdeye taşımak yürek ister. Yokluk, yoksulluk ve geçmek bilmeyen zamanın durağanlığında yaşam mücadelesi veren köy halkının sadece bir günü bizim içimizi daraltmaya yetecekken, tüm günlerin aslında aynı seyirde devam edeceğini bilmek, durumu daha da zorlaştırıyor. Aksaklıkları olsa da, görselliğe fazla meyletse de, başarılı bir ilk film olduğunu düşünüyorum… Ve son olarak bırakın kendinizi sessizliğe, hipnotize eden görüntülere diyorum.

*** http://www.filmmakarasi.com/2011/05/kar-beyazdir-olum/#.VV2apGTtlBd