Esquire, Mayıs 2011
04-13 Mart tarihleri arasında gerçekleşen Sofya Film Festivali’nin yarışmalı bölümündeki tek Türk filmiydi, “kar beyaz”. Sofya’dan “jüri özel” ödülünü kazanarak dönen film, 13 Mayıs’ta gösterime giriyor. Bakalım, festival jürisinin beğendiği film, sinema seyircisinden yüz bulabilecek mi?
Sabahattin Ali, unutulmadı. Tıpkı, dönemin devlet politikalarına ve eğilimlerine muhalif çizgide olan fikirleri yüzünden, isimsiz katillerce infaz edilen tüm yazarlar ve şairler gibi. Nasyonalizm, faşizm gibi femme-fatale’ler ile flört eden devletlerdi, bunlar. Sabahattin Ali de bu tür bir ilişkiyi destekleyenlerin gözünde “kötü adam”dı, bir tehditti. Nihayetinde, pis bir “gomünist” idi. 1948 yılında, Türkiye’den Bulgaristan’a kaçma teşebbüsü sırasında vurulup öldürüldü. Katil, Sabahattin Ali’nin Bulgaristan sınırından güvenli bir biçimde geçmesine yardım etmesi gereken kişiydi ve dört yıl hapse mahküm edildi. Birkaç hafta sonraysa, genel aftan yararlanıp serbest kaldı. Çok sonraları, katilin Milli İstihbarat görevlisi olduğu ortaya çıktı. Başka bir söylenti de kendisinin gerçek katil olmadığı, yalnızca suçu üstlendiğiydi. Karmaşık ve bir o kadar da karanlık ilişkilerin kurbanı olmuştu, Sabahattin Ali.
Sabahattin Ali, 2 Nisan 1948’de, Bulgaristan sınırı yakınlarında bulundu. 63 yıl sonra, Sofya Film Festivali’nde, onun bir öyküsünden uyarlanan filmi seyrediyor olmamızda ironik bir durum vardı. Bu, Sabahattin Ali’nin aslında sınırı sağ salim geçtiği ve onu durdurmak, sesini kısmak isteyenlerin başarısız olduğu anlamına gelmiyor muydu? “Kar Beyaz”, Sabahattin Ali’nin “Ayran” adlı öyküsünden, serbest uyarlanmış. Ayran, yalnızca; yoğurt, su ve tuzla yapılan bir içecek. Basit ama lezzetli; tıpkı, filmin kendisi gibi. “Ayran” gibi beş- altı kitap sayfası uzunluğunda bir öykü söz konusu olduğunda, serbest uyarlama yapmak bir zorunluluk. Ama hikayeye yapılan; yeni eklemelere, yeni karakterlere, gidilen yer ve zaman değişikliklerine rağmen, “Kar Beyaz”ın başarılı bir uyarlama olduğunu söylemek lazım. Bunun sebebi ise, öykünün özünü peliküle aktarılabilmiş ve doğru duyguyu perdeye yansıtılabilmiş olmasından kaynaklanıyor, kanımca.
“AYRAN’DA ÖYKÜ, 1940’lı yıllarda geçer. “Kar Beyaz”da, çok belirli olmamakla birlikte; 1970’li yıllara, Türkiye’de ikinci kez gerçekleşen askeri darbe dönemine gidiyoruz. Mekan olarak, Kuzey Karadeniz’in dağlık kesimleri seçilmiş. 12 yaşındaki bir çocuğun, Hasan’ın öyküsü anlatılıyor. Ayran satmak için eviyle anayol arasında kalan kilometrelerce mesafeyi her gün kat etmek zorundadır, Hasan. Üstelik ayran satmayı hayal ettiği yolcuları taşıyan minibüs, yalnızca günde iki kere geçmektedir bu yoldan. Babası hapse girdikten sonra, ailesi fakir düşmüş ve kasabada çalışan annesi evden uzaktayken, iki küçük kardeşine bakmak da Hasan’ın küçük omuzlarında taşımak zorunda olduğu bir sorumluluğa dönüşmüştür. Filmin odağında Hasan olsa da filmde başka paralel hikayeler de yer alıyor. Baba, anne, başka bir köyden yaşlı bir adam, tayini bu kırsal bölgeye çıktığı için mutsuz büyük şehirli genç bir mühendis, vesaire…
YÖNETMEN SELİM GÜNEŞ’İN, 20 yıllık bir fotoğrafçılık geçmişi var. Bu uzmanlığının yol açtığı tavır, filmde de gözleniyor. Hikayesini, kelimeler yerine sinematografi ile anlatmayı yeğliyor. Hem sinemanın hem fotoğrafın birbirine benzeyen hikaye anlatma araçları olduğunun ve bunları bir filmde bir araya getirmeye kalkışmanın bazen kötü sonuçlar doğurabileceğinin farkında. Güneş, sınır bölgesinde kalmakla, elinden en iyisini yapmış. Fotoğrafın durağanlığını, böylece, nispeten bertaraf ettiği söylenebilir. Evet; “Kar Beyaz”, ana-akım filmlerle karşılaştırıldığında, hala yavaş bir film ve gişede bilet satmakta zorlanabilir. Ama hangi festival filmi, bunu yaşamıyor ki? Sanat sineması yapmanın dezavantajlarından biri de bu işte. Bu, aynı zamanda, seyirciye şunu diyen bir işaret levhası: “İzlediğiniz film, tüketim kültürünün ve vahşi kapitalizmin bir ürünü değildir.”
“KAR BEYAZ”, sinema duygusundan yoksun bazı anlarına rağmen, bir ilk film olarak, saygımızı kesinlikle hak ediyor. Yalnızca sinematografisiyle değil, tavrıyla da… Akla Nuri Bilge Ceylan ve Semih Kaplanoğlu’nu getiren bir tavır bu. “Kar Beyaz”ın, bu yönetmenlerin filmleriyle aynı kulvarda olduğu düşünülebilir. Ama karşılaştırmak gerekirse, Selim Güneş’in daha geleneksel bir hikaye çizgisi tercih ettiği söylemek gerekir (Nuri Bilge Ceylan’ın “Üç Maymun”u, bu kıyaslamadaki tek istisnadır).
Filmde kullanılan müziklerin olağanüstü olduğunu eklemeden, bitirmemek lazım. Filmi, yalnızca müziklerini dinlemek için bile ikinci kez seyredebilirsiniz. Yetenekli müzisyen Mircan, kökenleri Türkiye’nin kuzeydoğusuna ve Gürcistan’a uzanan halk şarkılarıyla harikalar yaratmış. Zaten 2010 yılındaki 47. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Müzik” ödülü, “Kar Beyaz”ın olmuştu.
BİRİNCİ AĞIZDAN
“İŞİ GÖRÜNTÜ YÖNETMENİNE BIRAKMAM”
-SELİM GÜNEŞ-
Kimi yönetmen, şunu tercih eder; kamerayı koyar, objektifi söyler, oyunculuklara karar verir ve gerisini görüntü yönetmenine bırakır. Bu, bana ters gelen bir şey. Dolayısıyla filmde, kadrajın görüntünün nasıl olacağına, her planda ben karar verdim.
Seyirciden filme gelen ilk tepkilerin, genellikle “Görüntüler muhteşem” diye başlaması, beni hem mutlu hem de rahatsız etti; fotoğrafik görüntüler konusunda soru işaretlerinin oluşmasına neden oldu, kafamda. İkinci filmimde, bu soru işaretlerini aklımda tutarak, daha da titiz davranacağım.
Beyaz at, benim takıntım. Bu, benim fotoğrafıma da yansımıştır. Sinemada yönetmen, bazen bazı şeyleri, sırf öyle olsun istediği için yapabilir.
Bugün yurt dışında Türk sineması denince, akla Nuri Bilge Ceylan geliyor. Hakkını vermek lazım, kendisinin. Ben de beğeniyor ve takdir ediyorum. Her filmini severim diye bir şey yok tabii. Mesela “Uzak”ı, çok severim, “İklimler”i ise, beğenmem.
Seyirci, filmlerimiz arasında benzerlikler kurabilir. Ama ben, hiç Nuri Bilge Ceylan ya da Semih Kaplanoğlu filmi seyretmemiş olsam bile; “Kar Beyaz”, yine böyle bir film olarak ortaya çıkardı. “Benim yolum onlarınkiyle birdir.” demem, mümkün değil; kendi yolumu çizmeye çalışacağım.
Metin Erksan, benim idolümdü. O, benim için; Türk sinemasının yanı sıra, dünya sinemasının önemli yönetmenleri arasındadır.
Reha Erdem sinemasını, kendime daha yakın hissediyorum.
BİLGİ
Selim Güneş filmindeki bir planı, 1938 doğumlu Çek fotoğrafçı Joseph Koudelka’nın bir fotoğrafından esinlenerek çekmiş. Bu sahnede jandarmaların, babayı düğün evinden götürüşüne tanık oluruz. İkinci bir gönderme de Michelangelo’nun “Yaratılış” resmine yapılıyor.