Melankolik bir aşk öyküsü / Alin Taşçıyan

ahvalnews6.com, 2018.06.15

Selim Güneş’in ikinci uzun metrajlı filmi Düş Kırgınları, 80’li yılların duygusunu taşıyan, romantik bir Mehmet Eroğlu uyarlaması. ‘Yenik’ olduğunu düşünüp bir tür inzivaya çekilmiş, intihar etmemiş olsa da hayattan bütün beklentilerinden vazgeçmiş bir adamla onun tam tersi, Asya’yı, Afrika’yı görmek isteyen, hayat dolu bir kadının aşkını ve yürümeyen ilişkilerini anlatıyor.

Fotoğraf sanatçısı olarak tanınan, kişisel sergiler açan ve karma sergilere katılan, İstanbul’u konu alan Lodoslar Kenti albümünü yayınlayan Selim Güneş, 2010 yılında hareketli imgeler çekmek üzere kamera arkasına geçti.

Sabahattin Ali’nin 1938 tarihli öyküsü Ayran’ı Kar Beyaz adıyla sinemaya uyarladı. Sabahattin Ali okumanın bugünkü gibi ‘moda’ olmadığı bir dönemde yaptığı serbest uyarlamayla, ailesini karda kışta ayran satarak geçindirmeye çalışan yoksul bir çocuğun trajedisini görsel bir şiire dönüştürdü. 2011 Sofya Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü kazandı.

Yönetmen, doğum yeri Karadeniz’in karlı dağlarında çektiği Kar Beyaz’dan sonra Ege kıyılarına iniyor. Foça’da geçen Düş Kırgınları da bir edebiyat uyarlaması: Mehmet Eroğlu’nun 2005 tarihli Düş Kırgınları. Siyasi içerikli romanlarıyla ’80’li yıllara damgasını vuran Eroğlu’nun en yeni kitabı Kıyıdan Uzakta da bu yıl yayınlandı.

Düş Kırgınları, siyaseten aktif olduğu gençliğinde yaşadıklarının etkisinden kurtulamayan, huzuru içki şişesinin dibinde arayan, hayatın sunabileceği yeni fırsatlara ve değişime kapalı bir erkek karakterin kadınlarla imtihanını anlatıyor.

Kuzey’in (Mert Tanık) yarı yaşında, ikisi de meslek sahibi ve çekici kadınla, beş yıl arayla yaşadıklarını paralel kurguda izliyoruz. Kuzey, aynı zamanda filmin anlatıcısı. Filme adını veren Düş Kırgınları onun yazmak istediği, otobiyografik nitelikli kitabın adı…

Kuzey, üniversite sıralarında tanıştığı, vurulup yürüme engelli kalmasına neden olduğu arkadaşı Sami (Buğra Koçtepe) ile birlikte iflasın eşliğindeki Karayel Oteli’ni işletiyor, Foça’da. Beş yıl önce kendisine “deli gibi” aşık olan Şafak’ın (Denise Ankel) kaybolmasının (otomobiliyle denize uçtuğu tahmin ediliyor ama bulunamıyor) verdiği vicdan azabıyla boğuşurken bir yandan da oteli kurtarmaya çalışıyor.

Erkek kardeşinden -dile getirmese bile kapitalist olduğu için- maddi yardım almayı reddediyor ama onun gönderdiği, tıpkı Şafak gibi kızıl saçlı ve işveli yatırım danışmanı Çiğdem’in (Bahar Yanılmaz) ilgisini de geri çeviremiyor…

İzleyiciyi değilse bile eleştirmeni ikilemde bırakan bir yanı var, bu karakter odaklı filmin. ’78 kuşağını mitleştirme eğilimi gösteriyor. Kahramanı Kuzey’in ağzından yazarın yaptığı “Evet, devrim yapamadık. İyi aşıklar olamadık. Bizim kuşak ben diyemeyen varsa yoksa biz diyen bir kuşak… İnsanlığa hep inandık. Yeryüzüne değil gökyüzüne ait bir kuşak,” tarifine inanmayı, öyküyü ve karakterleri sevmeyi gerektiriyor.

Genel olarak iyi çekilmiş, iyi kurgulanmış… Müziğin fazlasıyla baskın olması dışında itiraz edilecek bir yanı yok. Oyuncu yönetiminde filmin adına uygun kaçacak şekilde doğallıktan uzak, “rüyada gibi” diye tanımlayabileceğimiz, tamamen kurmaca olduklarının altını çizen bir tarz tercih edilmiş. Bu tarzı da sevip sevmemek yine karakterlerle kurulan ilişkiye bağlı…

Düş Kırgınları’nın çizdiği sol ideolojik çerçeveyi benimseyip, romantize ettiği devrimci erkek tipini anlayıp, sinema ve edebiyat alıntılarıyla desteklenen aşk tanımını kabullenirseniz, izlemesi keyifli gelebilir…

Çünkü film ilk sahnelerinden itibaren izleyicisini Kuzey’in melankolisiyle sarmalamayı hedefliyor. İlk gördüğümüz imgenin onun gördüğü düş, daha doğrusu kabus olduğunu anlıyoruz. Su altında, turuncu bir kumaş parçası süzülüyor. Daha sonra tekrarlanacak olan bir imge bu, ama ilk planda, ekranda Lorca’nın dizeleri beliriyor.

Peki. Hoşçakal.
Aşkı arıyorsun sen.
Bense ölümü.

Filmin finalinde anlamı belirginleşecek olan kahveye konan süt metaforunun ardından, televizyon ekranına büyülenmiş gibi bakan bir adam görüyoruz. Ekranda Tarkovsky’nin Stanislav Lem’den uyarladığı Solaris’ten bir sahne var, Kris Kelvin “Hayır, zararlı değil. Tabii ki zararlı değil. Tolstoy’u hatırlıyor musun? Tolstoy’un acısı tüm insanları sevememenin acısı mıydı? Ne kadar zaman geçti üzerinden? Hatırlayamıyorum, yardım et. Diyelim ki seni seviyorum. Aşk hissedebildiğimiz bir şey. Ama asla açıklanamaz. Sadece aşk düşüncesi açıklanabilir,” diyor. Bu katmerli referanslarla Düş Kırgınları, alçakgönüllü bir yapım için oldukça iddialı bir düzeye ulaşıyor.

Selim Güneş, fotoğraf geçmişine rağmen gücünü görüntülerinden değil metninden almaya çalışıyor. Foça ve çevresinin doğal güzelliğini fon olarak kullanıyor ama bütün meselesini sözlerle ifade ediyor.
Kuzey ile Şafak arasında
“- Mutluluktan daha büyük bir şey arıyorum.”
“- Mutluluktan daha büyük iki şey biliyorum: Aşk ve acı.”
“- Aşk da acıdan çıkmaz mı?” misali diyaloglar geçiyor.
Ya da “Cennet denizdedir.” ya da “Benim için ne yaparsın, benim için ölür müsün?” misali sözlerle etkili olmaya çalışıyor. Bu ‘kahraman’a, geçmişine, aşkına ne inanabilen ne sempati duyabilen biri için metin özeleştirisini de içeriyor.

Komşusu Handan (Lila Gürmen) ile Kuzey arasında şu diyalog geçiyor:
“- Duygusal herifin tekisin, hem de dayanılmayacak kadar!”
“- Aslında boktan adamın tekiyim.”

*** https://ahvalnews6.com/tr/sinema/melankolik-bir-ask-oykusu