SÖYLEŞİ / Kar gibi beyaz bir öykü / Özlem Altunok

Cumhuriyet Gazetesi, 2011.04.14

Selim Güneş’in, Sabahattin Ali’nin ‘Ayran’ öyküsünden sinemaya uyarladığı ‘Kar Beyaz’ bugün festivalde…

Selim Güneş’in ilk filmi “Kar Beyaz”la önce Antalya Film Festivali’nde buluştu izleyici. Sabahattin Ali’nin “Ayran” öyküsünden uyarlanan film, hem büyük yazara bir saygı duruşu hem de bu güçlü öyküden sinema yapmak isteyen Güneş’in biraz da kendi hayat hikayesi…

Güneş, bir darbe döneminin hemen sonrasına, Artvin’e yerleştirdiği öyküyle babası cezaevindeki bir çocuğun yoksullukla, doğayla mücadelesini anlatırken Karadeniz’i değil, hepimize tanıdık bir duyguyu anlatıyor. O küçük çocuğun öyküsü, umut etmenin de öyküsü…

Edebiyattan da beslenen yalın bir dili olduğunu anladığımız yönetmen, ilk filmiyle en son Ankara Film Festivali’nden üç ödülle döndü. Film, İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma filmleri kapsamında ise bugün gösterimde…

İnsan Sabahattin Ali öykülerinin görsel gücünü düşününce sinemaya aktarılmasını anlamakta zorlanmıyor, ama yine de “Ayran”ı uyarlarken yola çıkış noktanızda kaygılarınız var mıydı?

“Ayran”dan hareket ederek film çekmeyi düşünmemin temelinde hikayenin üzerimde yaratmış olduğu etki vardı. “Ayran, bir kurşunun insanın yüreğini delip geçmesi gibi bir etki bırakıyor” demişti bir dostum, bende de bıraktığı etki öyleydi. Nahif, diyaloğun çok az olduğu bir öykü “Ayran”; o duyguyu aktarmak adına görsellik önemli bir yer tutacaktı filmde. Fotoğrafçı yönüme güvenerek senaryo üzerinde çalışmaya, senaryoyu geliştirmeye başladım.

Senaryoda, öyküde olmayan pek çok karakter göze çarpıyor…

Öykünün özüne sadık kalarak senaryoyu geliştirirken otobiyografik birçok öğe ekledim. Öykü 1930’ların sonunda Balıkesir’de geçiyor, ben daha zamansız bir döneme, çocukluğumun geçtiği Artvin’e uyarladım. Artvin’de çocukken biz de yol kenarında, ayran olmasa da meyve satardık. Özetle benzeri Anadolu’nun başka bir yerinde, başka bir biçimde yaşanan bir yere taşıdım öyküyü. Sabahattin Ali’nin bir çocuğun omuzlarındaki sorumluluğu anlattığı öyküyü, aynı duyguyu, dönemi ve karakterleri geliştirerek anlatmaya çalıştım.

Bir anlamda kendi hayatınızı hikayeye uyarladığınız ya da tam tersi hikayeyi kendi hayatınıza uyarladığınız söylenebilir, ama dönem filmde tam olarak kestirilemese de, 12 Eylül sonrası olduğu izlenimi bırakıyor…

Öyküde ortada bir baba var ama ondan hiç söz edilmiyor. Ben babanın neden yok olduğunun yanıtını verirken annenin de konumunu değiştirdim. Öyküde anne fahişelik yaptığı için dışlanan bir aile var, filmde ise dışlanma nedeni babanın politikliği. Bu, 12 Eylül’den sonra, pek çok yerde olduğu gibi, Şavşat’ta da yaşanmış bir gerçek. Ben buna filmde 12 Eylül demedim, ama bir insanın haksız yere ailesinden koparılma durumu ve onun yarattığı sonuçları göstermek adına darbe sonrası bir süreç olduğunu vurguladım.

Fotoğraf  kadar edebiyat da ilgi alanınız belli ki. Filmde pek çok alıntıyla da karşılaşıyoruz. Senaryo gelişirken ihtiyaç duyacağınız anda size çözüm olabilecek şeyler birikiminizle ilgili.

Özellikle Türk edebiyatı ve şiiri ilgimi çekiyor. Filmde de Osman Şahin, Cengiz Aytmatov’dan alıntılar var. “Postacı” filminde Neruda’nın şiirini sevdiği kıza okuyan ve sonra Neruda’ya “Şiir yazanın değil ihtiyacı olanındır” diyen postacı gibi…